Sınırları Aşan Köprüler, Geçmişten Alınan İntikam, Ağrıyı Daha İyi Anlamak ve İTEF - 25
Merhaba! Umarım her şey yolundadır. Yaz kapıda; güneş her geçen gün kendini gösteriyor, çimenlere uzanmak için bahanemiz hazır: yepyeni hikâyeler! İşte yayınevinden yeniler seninle.
Sınırları aşan köprüler kurmak ve daha fazlası üzerine… Sınırlar Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı!
Ardenler’de derler ki, sınırlar yara izleridir, yara olmasını engelleyin ya da yaraların iyileşmesine izin verin, köprüler kurun ve masrafları kardeşçe paylaşın, kimin daha çok yararlandığına ya da kimin daha çok kötüye kullandığına göre paylaştırmayın, çünkü “yarar” ve “kötüye kullanma” tıpkı yalan ve gerçek gibidir, pek çok anlamı vardır ve önünde sonunda başka nehirler ortaya çıkarır, üzerine köprü kurma konusunda anlaşamadığınız nehirler…
Roy Jacobsen kolektif tarih ve bireysel hafızayı ustalıkla harmanladığı romanı Sınırlar’da kimlikler, ideolojiler ve coğrafyaların insan yaşamındaki belirleyici gücünü gözler önüne seriyor. Jacobsen II. Dünya Savaşı’nın etkisiyle şekillenen politik ve kişisel sınırların, Ardenler’de yaşayan bir grup insanın hayatı üzerindeki etkisini işliyor. Sınırın yanlış tarafında olmak, sınırları aşan köprüler inşa etmek, sınırları zorlamak ve nihayet sınırların ortadan kaldırılması gibi sınır kavramı üzerine kurulan ve birbiriyle kesişen etkileyici hayat hikâyeleri sunuyor.
“Bana benzeyen ama ben olmayan, yazdım deftere.”
Şimdi Buradaydı, her sayfasında yeni soruların ve ihtimallerin ortaya çıktığı, son sayfasına kadar sürekli yükselen bir merak ve şaşkınlıkla ilerleyen bir roman. Bir cinayeti önleme sezgisiyle hareket eden Psikiyatrist Birkan, tehlikeli bulduğu hastasını dikkatle izlemektedir. Hatırlamalar ve soru cevaplar eşliğinde seanslar akıp giderken birbirine geçen olaylar, mekânlar, kayıplar; anneler babalar ve sevgililer; tutkular ve hesaplaşmalar boy gösterir. İpuçları, işlenmiş suçları mı yoksa işlenecek olanları mı göstermektedir?
Her romanında yeni bir tarz, yeni bir teknik, yeni bir atmosferle karşımıza çıkan ödüllü yazar Irmak Zileli, soluksuz ilerleyen bu yeni romanında okurunu hızla dönen bir çarkın içinde tutuyor.
Başrol bir tanedir bence. Her zaman. O öyle paylaşılabilecek bir şey değil. İyi, Kötü, Çirkin denince Clint Eastwood gelir akla. Ne oluyordu sonunda, onu unuttum. Birbirlerini mi öldürüyorlardı? En sonunda canlı kalan kimse odur işte başrol. Bu da bir kriter yani.
Değişmek sosyal sınıf, dönüşüm ve geçmişi geride bırakmanın tehlikeleri üzerine otobiyografik bir roman. Can Yayınları etiketiyle raflarda.
Tek bir soru hayatımın merkezine yerleşmiş, tüm düşüncelerimi esir almış ve kendimle baş başa kaldığım her ânı işgal etmişti: Geçmişimden nasıl ve ne şekilde intikam alabilirdim? Her şeyi denedim.
Édouard Louis, doğup büyüdüğü, tüm bireylerini sanki aynı kadere mahkûm eden taşra kasabasındaki yoksulluk, ayrımcılık ve şiddetin ötesinde özgür bir yaşam kurmak zorunda hisseder kendini; bu yüzden bir keşif ve dönüşüm yolculuğuna çıkar. İsmini, yüzünü, konuşmasını, hareketlerini değiştirir; kendi oluşturduğu kimlikle yeniden doğar. Asla erişemeyeceğini düşündüğü bir dünyaya, egemenlerin dünyasına girmek için, o dünyanın bir parçası olabilmek için zihninin ve bedeninin tüm sınırlarını zorlar. Yaptığı her şey tek bir takıntı tarafından güdülenmektedir: Şiddete kurban gitmiş çocukluğunun intikamını almak için başka biri olmak.
Kendi kuşağının en önemli seslerinden biri olarak gösterilen Édouard Louis sadece kişisel bir macerayı, bir hayalin hikâyesini ya da “kendini kurtarış”ını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda sınıf, güç ve eşitsizlikle bölünmüş bir toplumun canlı bir portresini çiziyor.
Her şey dile meftun bir yazarın merakıyla başladı…
Başar Başarır pul koleksiyonu yapar gibi topladığı, mahzende şarap saklar gibi üzerine titrediği, yıllarca defterlerinde biriktirdiği atasözlerini Fukaranın Ahı isimli bu kişisel derlemede ilk kez kamuya açıyor. Baştan uyaralım, bu seçkide atasözlerine karşı ne mutlak bir hayranlık ne de toptan bir ret bulacaksınız. Çünkü yazar, dünyaya dille tutunan her fani gibi, sözün iyisini kötüsünden ayırmanın marifet olduğunun farkında. Atasözlerini paylaşırken de yazarlığın cüretini kuşanıyor. Örneğin bazılarını atasözü yerine “anasözü” diye niteliyor. Eskiyle yeniyi bir araya getirirken kişisel olanı ortak bir belleğe dönüştürüyor.
Bu kitap aslında bir hatıra defteri. Her sayfada bir söz, her sözde bir hikâye var. Söz gümüşse hikâye altındır misali. Kimi düşündürüyor kimi güldürüyor. Bazısı efsaneler yıkarken bazısı da yenilerine ilmek atıyor.
Sahi, nedir bir kitabı defterden ayıran?
Herkes atasözlerini hatırladığı, canı istediği gibi, en önemlisi de işine geldiği gibi söyler. Nasıl dilimizin, konuşulan güzel Türkçemizin tamamı donmuş değilse, organikse, yani yaşıyorsa, onun en kıymetli çekirdeğini temsil eden atasözleri de gelişir, değişir. Hatta bazen koskoca bir dilin yok olması gibi ölüp giderler. Söylenmeyen söz kaybolur, yazılsa da unutulur.
Neden Acı Çektiğimize ve Nasıl İyileşebileceğimize Yeni Bir Bilimsel Bakış: Ağrı Nedir?
Hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır ağrı/acı; şiddetli olduğunda diğer her şeyi geri plana itebilen nahoş bir histir. Peki bu hissin neden var olduğunu, ne işe yaradığını ve nasıl işlediğini hiç düşündünüz mü?
Tıp doktoru ve yazar Monty Lyman Ağrı Nedir? de ağrının tabiatını sorguluyor ve onun düşündüğümüzden çok daha karmaşık –çoğu zaman da yanıltıcı– bir his olduğunu gözler önüne seriyor. Ağrının vücuttaki hasarın doğru bir göstergesi olmaktan ziyade beyinde yaratılan ve psikoloji, duygular, sosyal bağlam, dikkat ve beklentiler tarafından şekillendirilen çokyönlü bir deneyim olduğunu vurguluyor. Ağrı konusundaki bilgisizliğimizin ve daha kötüsü yanlış bilgilerimizin mevcut ağrı pandemisini nasıl körüklediğini açıklıyor.
Vücuttaki hasar iyileştikten çok sonra bile devam eden inatçı ağrıdan, olmayan bir uzvun ağrıdığı hayalet uzuv ağrısı vakalarına; şeker hapları gibi tıbbi açıdan tamamen tesirsiz müdahalelerin ağrıyı iyileştirebildiği veya kötüleştirebildiği plasebo ve nosebo etkilerinden, ağrı algısının telkinle değiştirilebildiği hipnoza pek çok konuyu irdeleyerek geniş bir perspektif sunan bu çalışma, tıpta ve beyin bilimlerinde çığır açan yeni araştırmaları ele alarak ağrıya dair yerleşik kabulleri sarsıyor.
Ağrı Nedir? sadece tıp ve bilim meraklıları için değil, insan deneyiminin en temel unsurlarından biri olan ağrıyı daha iyi anlamak ve yönetmek isteyen herkes için kaçırılmaması gereken bir eser.
Yemekle kimliğin kesiştiği yerde, iki kültür arasında kurulan bir sofraya buyur eden, damak tadını hatıralar ve yolculuklarla harmanlayan bir lezzet anlatısı…
Büyük gastronomi uzmanı Brillat-Savarin, “Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,” demiş. Bugün birçoğumuz farklı kültürlerle tanışıyor, farklı mutfakların yemeklerini soframıza dahil ediyor, hatta daha fazlasını öğrenmeye gayret ediyor.
Peki, bir ayağı burada bir ayağı Avrupa’da olan birinin sofrası neye benzerdi? İşte, Fransa’da doğmuş, Ankara’da büyümüş, ömrünü gastronomi merakının peşinden ülke ülke gezerek geçirmiş Oğul Türkkan da bu sorunun cevabını arıyor!
Kitap, bilgiçlik taslayan bir “gurmelik” kitabı değil, hakikaten ne yediyse o olduğuna inanan, onu o yapan iki kültür dünyasını da sofrasına taşıyan bir yeme içme sevdalısının, bu sevdayı başkalarıyla paylaşmak için yarattığı bir kitap... Ne Yediysem Oyum’da Türkkan, kendi bilgi dünyasından damıttıklarıyla okuru hem yerel mutfaklarımız hem de dünya mutfakları arasında bir tura çıkaracak ve sadece bildiklerini anlatmakla kalmayacak, okuru yemek üstüne düşündürecek birçok soruyu da aklına düşürecek…
Heykeltıraşın Kızı Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı!
Tove Jansson’un tanımlanmış her şeyle şiddetli geçimsizliği vardır. Adların, sıfatların bir şeyleri işaret etmekten çok şekillendirdiğini, kurumsallaştırdığını düşünür. “Teselli etmek, hayranlık duymak, boyun eğmek, sere serpe bir erkeğe bağlanmamak ve savaşa yem olacak bir çocuk yapmamak için” evlenmez. Nazi Almanya’sını eleştirdiği sivri dilli karikatürleri, Finlandiya devletiyle başını belaya sokar. “Çocukluğun” imal edildiğini, çocukları terbiye etmek için sürü misali içine kapatan bir çit olduğunu düşünür. Çocukluk değil, çocuklar vardır kitaplarında. Baktıkları her şeyde bir çatlak bulup içine dalarlar, çatlağı büyütür, o şeyin bir şeyi göstermekten çok bir şeyi örttüğünü gösterirler. Bu çocuklar, büyüklerin dil ve davranışlarını taklit ederek, “yetişkinliğe” ve “olgunluğa” başka bir ayna tutarlar. Bu ayna onlara en güzel sizsiniz demez, ne kadar sakil oldukları yansır aynada.
Heykeltıraşın Kızı’nda dört göz vardır diyebiliriz, karakterlerin ve olayların kendi halleri, Tove’nin ailesinin karakterleri ve olayları görme tarzı, Tove’nin ailenin (büyüklerin) diliyle karakterleri ve olayları görme tarzı ve nihayet Tove’nin baktığı her şeyde bir delik açıp paralel bir dünyaya geçmesi.
Yazar, dünyalar arasında kayıp durur, bazen anlatı birden bildik bir şarkı, şiir yahut öyküyle yamalanır, yahut bunların ucundan tutup başka bir sona çekilir. Tove, Baba ve Deniz’de çatlatmaya başladığı Mumi Vadisini ve Ailesini, bu öykülerle ünlenmiş bir yazar için akla hayale sığmayacak bir şey yaparak, öyküden çıkarır.
Heykeltıraşın Kızı’nda bunun niye böyle olduğunu ve Tove Jansson’u fantastik gerçekçi yapan şeyin bütün ipuçlarını buluruz.
📚 İTEF 2025 Başlıyor!
Bu yıl 17’nci kez düzenlenecek İTEF – İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali, 28 Mayıs – 1 Haziran 2025 tarihleri arasında Türkiye’den ve dünyadan yazarları edebiyatseverlerle bir araya getirmeye hazırlanıyor!
Her yıl bir meseleden yola çıkarak o yılın ruhuna dair yeni sorulara alan açan İTEF, bu yıl “Edebiyat Ne İşe Yarar?” sorusunu odağına alıyor. Cevapları birlikte düşünmek için Almanya, Fransa, İngiltere, Kuzey Makedonya, Sırbistan ve Türkiye’den 15 yazar ve sanatçı festivalde buluşuyor.
Festivalin bu yılki konukları arasında Ayfer Tunç, Dinçer Güçyeter, Tarık Tufan, Olga Martynova, Véronique Maciejak, Žarko Kujundjiski, Živko Grozdanoski gibi güçlü kalemler yer alıyor. Söyleşiler, imza günleri, okur-yazar buluşmaları ve çok daha fazlasıyla İstanbul bir kez daha edebiyatla nefes alacak.
🌍 Etkinlik programı ve daha fazlası için festivalin sosyal medya hesaplarını ve web sitesini takip etmeyi unutma!
📣 Margaret Atwood’a The British Book Awards 2025’te Yayın Özgürlüğü Ödülü
12 Mayıs Pazartesi gecesi Londra’da düzenlenen ve bu yıl 35. kez sahiplerini bulan The British Book Awards 2025 ödüllerinde, usta yazar Margaret Atwood, "Yayın Özgürlüğü Ödülü"ne layık görüldü.
Britanya Kitap Ödülleri, Grosvenor Oteli’nin görkemli balo salonunda, uluslararası yayıncılık dünyasının tüm renklerini bir araya getirirken, Atwood’un video mesajı geceye damga vurdu. “Kendi hayatım boyunca, kelimelerin bu denli tehdit altında olduğu bir zaman hatırlamıyorum,” diyen Atwood, artan politik ve dini kutuplaşmaya dikkat çekti.
Yazar, kelimelerin taşıyıcısı olan yayınevlerinin ve kitabevlerinin özgür toplumların temel direkleri olduğunu vurguladı:
“Özgür bir dünyada, yayınevleri ve kitabevleri halkın sesi olur. Kelimelerin tüm çeşitliliğiyle taşıyıcıları ve koruyucuları cesur olmalıdır.”
Haftanın şarkısını bıraktık. Görüşmek üzere!